30 Milyon Kelime
Aslında, Hart ve Risley’in 1982’de başlayıp 1992’de yayımlanan “30 Milyon Kelime Farkı” başlıklı çocuk gelişimi ve çevre ilişkisine dair devrim yaratan çalışmasını duymayan kalmamıştır diye düşünüyorum. Ancak çalıştığım bazı ailelerde beklemediğim şekilde bazen ebeveynler, sıklıkla da aile büyükleri ve bakıcılar tarafında bu konuda büyük bir bilgi eksiği olduğu ortaya çıkıyor. Çocuğunu iyi yetiştirme idealiyle dolu ama gitmesi gereken yoldan tam da emin olmayan bu içten ailelere, daha açık şekilde ve daha fazla ulaşmak amacıyla meşhur çalışmayı yeniden özetleme ve yorumlama ihtiyacı duyuyorum.
Hart ve Risley’in ev ziyaretlerine dayalı ve boylamsal (bebekler 7 aylıktan 3 yaşa kadar takip edilmiş) çalışmasında düşük ve yüksek sosyoekonomik/kültürel koşullardan gelen çocukların 3 yaşa geldiklerinde bir daha geri döndürülemez şekilde farklı gelişim patikalarına girdikleri gösterilmiştir. Tahmin edileceği üzere, bu gelişimsel fark düşük sosyoekonomik koşuldan gelen çocukların aleyhine.
Yaşamın ilk yılları beyin gelişimi için oldukça kritiktir. Araştırmalara göre, bebek beyni saniyede 700 tane nöron bağlantısı kurabilmekte ve bu hızlı beyin gelişimi için temel yakıt, insan etkileşimine dayalı çevresel stimülasyondur. Özellikle de birincil bakımverenin çocukla konuşması beyin gelişimi için oldukça önemlidir. Hart ve Risley’in çalışmasında 3 yaşına geldiklerinde düşük sosyoekonomik koşuldaki çocukların 15 milyon, yüksek sosyoekonomik koşuldan gelen çocukların ise yaklaşık 45 milyon kelime duyarak büyüdükleri saptanmıştır. Bu ’30 milyon kelime farkı’na paralel olarak, düşük sosyoekonomik koşullardan gelen çocuklar okula hazırlık ve okul başarısıyla da bağlantılı olan gelişimsel beceriler bakımından yüksek sosyoekonomik koşuldan gelen akranlarından anlamlı şekilde daha düşük performans göstermektedir.
Amerika’da üniversite çevresiyle sınırlı bir farkındalık düzeyi olmaktan çıkıp sosyal politikaya da dönüştürülmüş ve günümüzde de geçerliliğini sürdüren bu çalışma bizler için de elbette anlamlı. Çocuklarımızı büyütürken hem miktar hem kalite olarak insan etkileşimine dayalı dil stimülasyonunun yüksek olduğu bir ev ortamı yaratmak öncelikli amacımız olmalı.
Bu noktada, ‘Peki yabancı dil beyin gelişiminin neresinde?’ diye aslında konuyu bulanıklaştıran sorularla sık karşılaşırız. Hem bu yabancı dil konusuna biraz açıklık getirmek hem de Hart ve Risley’in çalışmasını destekleyen bizim kültürümüzden bir örnek olarak kendi araştırma çalışmamdan bahsetmem faydalı olabilir diye düşünüyorum. Koç Universitesi ve Ruhr Universitesi’nin ortaklaşa yürüttüğü geniş kapsamlı projenin bir parçası olan bu çalışmada, Almanya’da yaşayan Türk Göçmen ve Alman okulöncesi çocuklarının (3-5 yaş arası) zihinsel becerileri ile ebeveynlik faktörleri arasındaki ilişkiler incelendi. Araştırmada, literatürün geneliyle de uyumlu olarak göçmen çocukların dezavantajını gösteren sonuçlar elde edildi maalesef ki. Ancak daha önemlisi, göçmen çocukların zihinsel değerlendirmelerde daha düşük performans göstermesiyle en yüksek düzeyde ilişkili bulunan ebeveynlik faktörü ‘Evde Ekranın Açık Kalma Süresi’ çıktı. Araştırmaya göre, Türk Göçmen ailelerde TV’nin açık kalma süresi günlük ortalama 9 saat, Alman Ailelerde ise 1,5 saat kadardı.
Günümüzde erken yaşlardan itibaren akıllı telefon, tablet gibi unsurlarla gelen ekran (yani insan etkileşimine dayalı olmayan iki boyutlu eksik uyarılma) süreleri de eklenince konunun gelişimsel vahameti iyice ortaya çıkmaktadır. Bir ortamda sadece ekranın açık olması bile kişilerin birbiriyle göz teması kurma, anlamlı yüz ifadesi yapma ve elbette konuşma gibi sosyal etkileşimlerini miktar ve kalite olarak düşürüyor. Özetle, Göçmen aileler (ya da genel olarak bakım verenin eğitim/farkındalık düzeyi gibi faktörler bakımından daha düşük koşullara sahip olduğu aileler) kendi dillerinde ya da gittikleri ülkeye ait olması fark etmeksizin çocuklarıyla daha az birebir vakit geçiriyorlar ve daha az konuşuyorlar. Bu durumun gelişimsel bedeli ise maalesef ki oldukça büyük ve geri döndürülemez gibi gözüküyor.
Erken yaşlarda insan yavrusunun temel öğrenme şekli ve beyin gelişimi mekanizması, ebeveyn-çocuk iletişimindeki Duygusal İpuçları Sistemidir (Emotional Cueig System). Özellikle 0-3 yaş döneminde bakımveren-çocuk ilişkisindeki sözlü karşılıklı vokal oldukça önemlidir. Ebeveyn-çocuk iletişiminde ‘Hizmet Et ve Cevap Ver’ mantığında ilerleyen ikili işaretleşme sistemi, ekran gibi unsurlar yüzünden sürdürülemediğinde öğrenme gerçekleşmez. Tüm bunlardan yola çıkarak araştırmacılar, çocuklarımızla hem bolca konuşmamız ve iletişim halinde olmamızı öneriyor hem de günlük hayatta çocuğumuzla beraberken ekrana ya da mesajlara bakma gibi bölünmelerle diyalog akışını kesmememizi öğütlüyor. Doğal iletişim ekran yüzünden her kesilişinde, çocukta öğrenme engelleniyor ve beyin gelişimi zarar görüyor.
Hepimize çocuklarımızla ve gerçek çevremizle bol iletişimli, az ekranlı günler dileğiyle…
Sinem Olcay Kademoğlu
Uzman Psikolog (Aile ve Çocuk Gelişimi)
www.istanbulparentingclass.com