Çocuğumu Hayata Hazırlamak İçin Evdeki Oyunlarda Onu Yenmeli miyim?
Günümüzde çoğu yetişkin, özellikle öğretmenler ve üniversite hocaları gibi gençlerle yakın bağlantıda olanlar ya da kurumsal hayatta tecrübeli kişiler; yeni neslin her şeyin en iyisini hak ettiğine inanıp hayattan mükemmeli beklemesi ama bunun için birey olarak hiç çaba göstermemesi, yeterli sorumluluk almamasından ve hayatın rutin zorluklarına karşı tahammülsüzlüğünden oldukça şikayetçi. Çocuklarını iyi yetiştirme çabasında olan genç anne babalar ise çoğu zaman bu tespite katılmakta ve erken dönemden itibaren çocuklarını hayata iyi hazırlamak için bir yol haritası aramaktalar.
Ailelerle çalışırken, hayatın zorlukları karşısında çocukların pes etmemesini sağlama çabası olarak ebeveynlerde karşılaşılan en net örnek, anne babaların yenilgiye hiç tahammülü olmayan okulöncesi dönem çocuklarına (2,5-5 yaş aralığı) karşı takındığı tavır oluyor. Evde eşini bulmaca ya da domino gibi bir hafıza/zeka oyunu oynarken ebeveynler çocuklarını yenip yenmeme konusunda genelde tereddütte kalırlar. Bir grup ebeveyn “Özgüveni düşmesin, onu zorlamak istemiyorum.” diyerek oyunda bilerek yenilmeyi tercih ederken, bir grup ebeveyn de “Yenilgiye hiç tahammülü yok, yenilince arkadaşlarına da küsüp kızıyor, o yüzden evdeki oyunlarda kaybetmeye de alışsın diye onu yeniyorum.” diyebiliyor.
Gelişimsel bir perspektifle bakıldığında, bana kalırsa ikisini de yapmayın! Genel olarak çocuğunuz bu kadar küçükken onunla evde kazanan kaybeden diye iki tarafın olduğu, oyun sonundaki net sonuca bağlı olarak duyguların sevinme ya da hayal kırıklığı şeklinde belirlendiği oyunlar pek tercih etmeyin. İlkokul yaşlarında çocuğunuz sizinle mental olarak, en azından o oyunun gereklilikleri bakımından, yaklaşık aynı seviyeye geldiğinde rekabet içeren oyunlar ebeveynle oynandığında keyifli ve hatta gelişimsel açıdan faydalı olabilir. Ancak okulöncesi dönemde henüz aileden yeni bağımsızlaşmaya başlamış, okulda zaten arkadaşlarıyla sürekli rekabet halinde olan ve o yüzden hayatın yetersizlik, güçsüzlük gibi zorlu sosyal derslerini zaten alan küçük çocuklar evi ve sizinle olan ilişkisini güvenilir bir liman, sığınak olarak görmeye ihtiyaç duyar.
Diğer yandan da elbette ki bu tavsiyeyi, gününün büyük bir bölümünü anaokulunda geçiren küçük çocuklar için söylemekte olduğumun altını çizmeliyim. Psiko-sosyal açıdan 3-5 yaş aralığında çocuklar tam zamanlı okula gitmeye hazırdır ve bu yaşlardan itibaren evde büyüklerle birlikte olmaktansa ağırlıklı olarak okulda akranlarıyla bir arada olmaktan gelişimsel fayda görürler. Elbette ki her okul ortamı, her çocuğun kişisel özellikleri, her çocuk-ebeveyn ilişkisinin dinamikleri birbirinden farklıdır. Yine de okulöncesi dönemdeki küçük çocuklar için hayatın zorluklarına karşı dayanıklı olabilmenin, yenilgi ve kaybetmelere de alışmanın formülü ebeveynle oynanan oyunda alınan ders değil genel olarak sizinle kurduğu ilişkinin niteliğidir diyebiliriz.
Öyleyse okulöncesi dönemdeki küçük çocuklarımızla ilişkimizin dengesini, onları hayata da hazırlayacak şekilde nasıl kurabiliriz? Bu derin sorunun cevabını birkaç net başlıkta özetle toparlayabiliriz.
- Çocuğunuzla birebir, sadece keyif almak ve eğlenmek için geçirdiğiniz, kazanıp kaybetme ya da öğrenip öğrenememe gibi beklentilerin olmadığı bolca vakit geçirin. Birebir vakit tv/tablet/telefonun olmadığı çocuğunuzla sözel iletişim, görsel temas ve fiziksel yakınlık içinde geçirdiğiniz vakitlerdir. Bu, mutfak tezgahında birlikte yemek hazırlamak da olabilir yere oturup çocuğunuzun legolardan yaptığı kuleye yardım etmek de olabilir. Gerçek insan etkileşimi içeren tecrübeler çocukları, hem değer ve güven duygusu aşıladığı için duygusal olarak hem de dikkat ve odaklanma gerektirip tahammül, sabır ve planlama becerilerini arttırdığından zihinsel olarak hayatın rutin zorluklarına karşı hazırlar.
- Çocuğunuzu büyütürken ona gösterdiğiniz sevgi kadar davranışsal sınırları da net şekilde hissettirin. Sınır koymanın formülü 1-3 yaş aralığında kısa sözel açıklamalar ve onu takip eden net bedensel müdahaleler iken, 3-5 yaş aralığından itibaren yaptığı yanlışın doğal sonuçlarını yaşatmaktır. Örneğin, 3-5 yaş aralığındaki çocuğunuz oyuncaklarını fırlatmaya başladığında onun bu şekilde devam etmesine izin veremeyeceğinizi, oyuna dönmeden önce düşünme köşesinde bekleyip ancak sakince davranmaya karar verdiğinde yeniden başlayabileceğini gösterebilirsiniz.
- Çocuğunuza düzenli duygusal rehberlik yapın. Yaşadığı tüm sosyal problemlerde hem kendi duygularını hem de karşı tarafın motivasyonu, durumunu anlayabilmesi için çocuğunuza duygulardan bahsetmeniz gerekir. Daha sonra da yaşanan problemin, sosyal olarak uyumlu, kabul edilebilir bir çözümünü bulabilmesi için çocuğunuzun düşünmesini sağlayabilirsiniz. Çocuğunuzun tıkanıp çözümsüz kaldığı noktalarda da siz yetişkin mantığı ve tecrübenizi kullanarak ona yardımcı olabilir, doğruları baskı yaratmamaya özen göstererek ona siz sunabilirsiniz.
Küçük çocukların duygusal dünyalarının hassas olduğunu, ebeveynle inatlaşma ve rekabeti kaldıramayabileceği, iş saatlerinizin biraz artması gibi günlük rutindeki küçük değişikliklerde bile sarsılabildiği hatırlayın.
Çocuğu ilkokul yaşlarında olan ve onu hayata hazırlama baskısını daha yakınında hisseden anne babalar için ise bazı yerlerde belki de bu tavsiyelerin tam tersi söylenmelidir. Çocuk gelişiminin doğal akışı gereği çocuğunuzun davranışları dönem dönem, evre evre büyük değişiklikler gösterir. Herhalde bu geçişleri anlayıp onlara göre tepkilerimizi düzenlemek de ebeveynlik sanatının en zorlu en hassas noktası olarak yaşamımız boyu bizi zorlamaya devam edecektir. Ancak çocuklarımıza öğretmeye çalıştığımız pes etmeme, sorumluluk alma, çaba gösterme ideallerinden yetişkinler olarak biz de vazgeçmemeyi başarırsak çocuğumuzla ilişkimizde mutluluğun bizi beklediği rahatlıkla söylenebilir.
Sinem Olcay Kademoğlu
Uzman Psikolog (Aile ve Çocuk Gelişimi)
www.istanbulparentingclass.com